Müslüman dünyanın içinden geçmekte olduğu sosyo politik krizin kendini acımasızca hissettirdiği alanlarından biri ekonomidir. Hakikat-i halde sosyal hayatın maddi boyutunu teşkil eden ekonomi, hayatın bir parçası veya bir boyutu iken yanlış parametrelerle yürütüldüğünden, neredeyse krizlerin tamamının sebebi sayılmaktadır; nitekim olayı bu şekilde anlayan ve anlamlandıran Karl Marx, “üstyapı” adını verdiği beşeri sosyal hayatın tüm ilişki biçimlerini “altyapı”ya yerleştirdiği ekonomiye veya daha teknik ifadesiyle üretim araçlarına, üretim araçlarının değişmesiyle üstyapı dediği diğer alanların değişiminde belirleyici faktör görmektedir.
Vakıa teoride Marxizm’e karşı gibi görünen liberal kapitalizm veya doğrudan kapitalizmin de pratikte inşa edip bizi kendisine ikna ettiği dünya, bu dünyada vuku bulan sosyo politik olaylar Karl Marx’ın dediklerinden farklı değildir. Karl Marx materialist idi, Tanrı’nın varlığına inanmıyor, dini kitleleri uyuşturan “afyon” görüyordu, pratikte liberal kapitalist dünyada dinin belirleyici bir rolü yok, kitleler ekonominin kısır döngüsü içinde uyuşturulmuş vaziyette, belli güç merkezleri tarafından determine edilen piyasa tarafından adeta biçimlendiriliyorlar. Karl Marx’ın teorik varsayımlarla savunduğu materyalizmden liberal kapitalizm pratikte daha materyalisttir.
Müslüman dünyanın sosyo politik krizlerinden en önemli olanını doğru teşhis etmenin ekonomi olgusunun derinlemesine analiz edilmesinden geçer.
Şüphesiz insanın ekonomiyle ilişkisi toplumsal hayatla olan ilişkisinin temel vechelerinden biridir, hayatın belirleyici faktörü değilse de etkileyici faktörüdür ve belki de diğer bilumum faktörlerden daha güçlüdür. Allah, her insan tekini “biricik” yaratmıştır. İnsanın kendine ait bireysel özellikleri yanında toplumsal özellikleri de var. Beşeri ilişkiler toplumsal hayatın içinde cereyan eder; çünkü Müslüman hakimlerin altını çizdiği üzere, insan tabiatı gereği medenidir, onun medeni olma vasfı toplanmayı (tecammu’ ve tekettül), bir arada yaşamayı gerektirir. Bu çerçevede ekonominin de siyaset gibi sosyal bir olaydır, her sosyal olay gibi ekonomiyi diğer olay ve olgularla bir arada düşünmeyi gerektirmektedir.
Burada sorulması gereken sual şudur:
İnsan toplumsal hayat içinde varoluş amacını, yaratılış hikmetini gerçekleştirir ve başkalarıyla ilişkiye girerken hangi ölçülerde birbirinden tamamen farklı, kopuk veya aykırı kategoriler içinde olabilir? Başka bir deyişle, bütünlük duygusuna sahip olan insan, vicdanı ile beyni, kalbi ile zihni arasında radikal parçalanmalar vuku bulduğunda bunu olağan kabul edip şizofreniyi içselleştirir mi, yoksa kendi içinde tutarlı bir bütünlük sağlamak için bir takım etkinliklerde mi bulunur?
Modern zihin, insanın vicdani kanaatleri, inançları ile toplumsal hayatta kendini empoze eden bazı kaçınılmazlıklar arasında ayrı ayrı tutumlara sahip olabileceğini varsayıyor. Bu yüzden kişiye özgü vicdani kanaat veya inanç ile rasyonel düzenlemelerin arasını ayırabiliyor. Ancak bunun sadece basit bir varsayım ve kişilikte hakikat değeri olmayan bir kabul olduğunda kuşku yok.
İslam’ın varlık tasavvuru ve dünyaya ilişkin doğru hükümlerinin bilincinde olan Müslüman –eğer bu evsafta Müslüman ise-, ekonomik faaliyete katılmaya niyet ettiğinde, daha işin başında kendini bir takım hudutlarla çevrili bulur. Niçin üretime katılmak gerektiğini, neyi üretip üretmeyeceğini ve ürettiği mal veya hizmeti hangi mecraları ve yöntemleri kullanarak tüketime, pazara sunabileceğini düşünür. Prensipte sınırsız ve denetimsiz kazanç kendi başına gayrimeşrudur, sınırsız sermaye/servet biriktirmek de (kenz) de öyledir; ama hayatın idamesini temin edecek güç ve servet, dünyanın mamur hale getirilmesi, muhtaçlara gerekli infak ve yardımın yapılması ve düşmanların saldırılarına karşı güç sahibi olabilmesi için ekonomik faaliyete katılmak mecburidir. Tamamen meşru çerçevede kazanç elde edilmişse bile, bunu toplumun yararına kullanmak, bilinçsizce tüketip savurmamak ve mümkünse yeniden üretime sokmak gerekir. Kazanç yolları belli ve tanımlanmış olduğu gibi harcama yolları da belirlenmiş ve tanımlanmıştır. Çünkü hiçbir insan bu dünyada “kendi başına boş ve sorumsuz bırakılmış değil”dir (75/Kıyame, 36).
Sözgelimi ne kadar kazançlı olursa olsun, bir Müslüman alkollü içki üretemez, üretilmiş içkiyi piyasaya süremez, tüketilmesi için teşvikte bulunamaz ve içemez. İçki üretimi, dağıtımı ve tüketimi salt ekonomik bir faaliyettir ama bir Müslüman için bunun herhangi bir değeri yoktur. Burada açıkça tersinden din ile ekonomi arasında köklü ilişkiler olduğu anlaşılmaktadır.
Ekonominin ideolojiden ve değerden bağımsız salt teknik ve rasyonel bir faaliyet olduğu yolundaki iddianın bizzat kendisi bir ideoloji ve değer ifade etmektedir. Eğer insan salt değerden bağımsız bir varlık olsaydı ve varlık aleminde tamamen “nötr alanlar” bulunsaydı belki bu iddianın bir anlamı olabilirdi. Oysa ne varlıkta ne insanın hayatında böyle bir iddianın karşılığı mevcut değildir. Önemli olan ekonomiye hangi değerlerin yön vereceği ve ekonomik faaliyete katılmanın hangi maksada hizmet ettiği konusudur, ekonomi son tahlilde politiktir, ekonomiyi de tayin eden hayatı anlamlandıran değerlerdir.
Siyaset yanında ekonominin de kendini dinden bağımsızlaştırması talebinin gerisinde, Aydınlanma’dan miras kalma mutlak bir özerklik arayışı var. Ekonominin büyük ulusal, bölgesel ve küresel patronları otonom olmak istiyorlar, aşkın bir kaynak (din veya ahlak) tarafından denetlenmeyi reddediyorlar. Son olarak sanki bir gerçeklik değeri varmış veya doğruymuş gibi şu iddiayı dile getiriyorlar: “Bugün artık ekonomi siyasetin denetiminde değil, siyaset ekonominin denetiminde bulunmaktadır.” Bu fikir, yönetim işini ekonomistlere ve teknokratlara devretmeyi telkin eder ki, burada siyasete ve siyasetçiye gerek kalmamaktadır.
İnsanın özgür tercihlerini, toplumsal hayatın beşeri dinamiklerini kaale almayan, büyük ölçüde liberal bakış açısını yansıtan söz konusu iddia özünde siyasete düşmandır, ekonomi tabiatı icabı siyasi tercih ve kararlarla belirlenmesi gerektiğinden, söz konusu iddia ekonomiye de düşmandır, ekonomiyi manipüle etmekte, insanın varoluşsal amacını tersine çevirmektedir. Hangi anlam çerçevesine oturduğunu yeterince hesaba katmayan siyasetçilerin bunu dile getirmesi onların varlık sebebini ortadan kaldırır. Belki de siyasetçilerden önce filozofların, kelamcıların ekonomi konusunda neler düşündüklerini öğrenmek icap eder.