Mustafa Kemal’in Türkiye tarihi açısından tartışılmaz önemde bir lider olduğu su götürmez. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde Batı medeniyetinden etkilenmiş ama Batı’ya karşı her zaman öfke beslemiş bir lider olarak yakalamak istediği medeniyet çizgisi de Batı’dır.

Bugün geride bıraktığı toplumun Batıcı kesiminin ruh hali de böyledir açıkçası. Batılı gibi yaşamak, tüketmek, benzer arabalara binip benzer evlerde oturmak, onların giydiği markaları giymekten ibarettir bu özlem. Batı gibi özgür üniversiteler, felsefeden matematiğe kadar yayılan bir alanda köklü eğitim, birden fazla yabancı dil öğrenip bu kültürlere derinlemesine hakim olmak gibi kaygıları yoktur. Türkiyeli muhafazakarla laikçilerin en büyük ortak özelliği de budur sanırım. Her şeyi dış görünüş ve davranış kalıplarından ibaret saymak, derinleşmemek ve yüzeysel kalmak. 

Günümüz muhafazakarları için içki içmemek, namaz kılmak, başını örtmek veya sakal bırakmak Müslüman olmak için nasıl yeterliyse, İslam’ın ahlak ve kurallarıyla bağını tamamen koparmışsa, kendisi için dünyevi zenginlik peşinde koşarken yoksullara öteki dünyayı beklemelerini öğütlüyor ve yolsuzluk ve hırsızlığı din adına içselleştiriyorsa, laikçi kesim de Batılılığı öyle değerlendiriyor. Bu kesim için Batılılık bir tüketim modundan ibaret…

Bu kalıpçı davranışın kaçınılmaz sonucu lider tapınması oluyor. Türkiye toplumu fikir ve ilkeler üzerinden değil, kişilere tapınma üzerinden var oluyor. Fikir ve ilkeler, bir çaba, ciddi bir eğitim, düşünme süreci gerektiriyor. Mustafa Kemal’in smokinle bir baloda bir kadınla dansı çağdaşlığın ifadesi, sokakta karşılaşılan başörtülü kadın gericiliğin ve geri kalmışlığın ifadesi olarak görülüyor.

Böyle olunca, Mustafa Kemal Türkiye için sıfır noktası kabul ediliyor. Reformlar ve Batılılaşma çabalarının III. Selim ile başlayıp Abdülhamid ile devam ettiği, İttihatçıların ve Cumhuriyetçilerin bu gelişim sürecinin bir sonucu olduğu bilinmiyor. Alfabe değişikliğinden kılık kıyafet devrimine kadar düşünce ve çabaların Mustafa Kemal’den önce de var olduğu, gündeme gelip tartışıldığı bilinmiyor. Tıpkı Müslümanların çoğunluğunun İslam’ın kimi ritüellerinin çok eski zamanlardan beri var olduğu ve onların aynen kabul edildiğini bilmemeleri gibi. Her şey bir kişiyle sıfırdan başlıyor.

Tanrı fikri Müslümanları bu açıdan koruyor çünkü kutsal kitap zaman ötesi bir anlam ifade ediyor. Oysa laikçiler için sıkıntı burada başlıyor; Mustafa Kemal’i bir tapınma nesnesi haline getirmek, onları zaman içinde donduruyor. Hala 1923’ün zihinsel evreninde yaşıyorlar; NATO’ya girmiş, onun koruma şemsiyesindeki bir ülkenin yurttaşları olmalarına rağmen başta Amerika olmak üzere Batılılardan nefret ediyorlar. 

Bugün Fransa için Napoleon veya Charles De Gaulle önemli tarihsel şahsiyetlerdir mesela. Ama Fransızlar için hala değerli olan devrimin “Liberté, égalité, fraternité” yani “Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” sloganıdır. Günümüz Fransa’sında insanlar karşılaştıkları sorunları çözmek için sürekli olarak tarihsel bir şahsiyete atıf yapmak zorunda değillerdir çünkü onlar görevlerini yapmış ve Fransızları karşılaştıkları sorunları çözmede kullanacakları koşulları sağlamışlardır. Sürekli olarak geçmişe, üstelik onu da tam bilmeden atıf yapmak bir toplumun sorunlarına çözüm bulmasının önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır.

Bir kişiye tapınma kültürünün bir başka kaçınılmaz sonucu, onun döneminde herşeyin mükemmel olduğu fikrine de inanmaktır. Mustafa Kemal’in dönemin kaçınılmaz koşullarının ve bir ulus kurucu lider olarak diktatör olduğu, bağımsız yargı, basın ve akademiye inanmadığı, muhaliflerini çeşitli vesilelerle tasfiye ettiği gerçeği görülmemektedir. 

Mustafa Kemal, tarihin kritik bir noktasında sahneye çıkmış, önemli bir rol oynamış bir şahsiyettir. George Washington da bu kadar belirleyici olmasa benzer bir rolü Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluşunda oynamıştır ama Amerikalılar bugün Washington’la yatıp kalkmamaktadır.

Mustafa Kemal’in ordunun vesayetine dayanan sistemi Türkiye’de sivil toplumun gelişimini engellemiş, akademiyi kısırlaştırmış ve basını sahibinin sesi haline getirmiştir. Mustafa Kemal’in erklerinin başka bir kişinin eline geçmesiyle bu kesim başı kesilmiş tavuk haline gelmiş ve çıkış yolu bulamaz hale gelmiştir. 

Muhafazakarlar başta olmak üzere kendisi gibi yaşamayan, davranmayan kesimlerin yok sayılması; Arap-Kürt demeden herkesin Türk kabul edilmesi sona ermiştir ama sürekli olarak askere sırtını dayamış olan bu toplum kesimi bu gerçeği görmemektedir. İşin garibi, etnik sorun meselesinde hemen muhafazakarlarla dayanışma içine girebilmektedir. Mustafa Kemal’in tüm topluma kabul ettirebildiği tek gerçek, bu açıdan Türklük kavramı olmuştur. “Bir Türk dünyaya bedel”, “Ne mutlu Türküm” şiarları birbirine neredeyse düşman iki toplum kesimini birleştiren tek değer haline gelmiştir.

Dünyanın yeni bir devrimci çağa girdiği, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan toplum modellerinin yıkılmaya başladığı, içine kapanma çabalarının teknoloji ve haberleşmedeki müthiş gelişimler sonucu etkisiz kılındığı bir dönemde, Türkiye toplumun üçte ikisi İslamın, üçte biri de Mustafa Kemal’in altın çağının hayalinin peşinde koşuyor. Türklerin tarih boyunca en etkili alan olan askerlikteki başarısı ülkeyi nereye taşır belirsiz. Toplumun geniş kesimleri gerçek eğitimden yoksun hale gelmişken Türkiye’nin bu devrimci çağı yakalaması imkansız. Sorun şu ki, bu devrim en az Sanayi Devrimi kadar etkileyici. Bunu etkileyen toplumlar insanlık treninin en arka vagonuna bile binemeyecek. Maalesef Türkiye de bu ülkeler arasına düşmüş durumda.

Trending