Yaşanan son gelişmelerin ardından Mümtaz’er Türköne’nin bir kez daha hatırlattığı “Devlet Aklı” kavramı yeniden tartışmalara sebep oldu. Türkiye’de bir devlet aklının olup olmadığı veya kalıp kalmadığı hala tartışılıyor. Hemen şunu eklemeliyim. Bir insan deli de olsa bir çeşit akla sahiptir. Türkiye’de bütün olup bitenlerin arkasında bir akıl elbette vardır ve bu aklın devletin idaresini ele geçirdiği de bir vakıadır. Pekala nasıl bir akıl bu? Bu soruya makaleyi dikkatli okuyanlar cevap bulacaklardır.

Osmanlı Devleti’nde din siyaset ilişkilerinin karakterini “hikmet-i hükümeti” terkibi özetler. Machiavelli’in kullandığı ve siyaset bilimi literatüründe kullanılan ve hikmet-i hükümet demek olan “raison d’Etat” kavramına “devlet aklı” veya “devlet icapları” denilebilir. Padişahlardan bile bağımsız olduğu varsayılan devletin varlık sebebini ifade eder. Buna göre Osmanlı hükümetlerinin görevi İslam’ın muhafazası ve yayılmasını sağlamaktı. Bunu sağlamak için de devlete ihtiyaç vardı. Devlet, bir bakıma, bundan dolayı var olmalıdır. Yani devlet din içindir. Gerçi burada devleti önceleyen bir durum vardır. Zira devlet olmazsa din de olmayacaktır. Onun için devlet bir adım öne çıkarılmaktadır.

Binaenaleyh Osmanlı Devleti’nde din ve devlet ikiz kardeşler gibidir. Devlet bir kaç dakika evvel doğan bir kardeşmiş gibi ağabeylik taslar. Ağabeyliğin gereği olarak din adındaki kardeşini ve onun hukukunu muhafaza eder ve etmiştir. Osmanlı Devleti’ndeki bu hikmet-i hükümet, din ve devlet ikiliği anlayışını getirmemiştir. Bilakis “din devlet bileşimi” anlayışını doğurmuştur.

Eğer Osmanlı Devleti’ndeki bu kurulu düzeni baz alırsak, devlet aklını besleyen ve onun hareket kalıplarını tayin eden İslam ve/veya Kur’an olmalıdır. Geçrekten Osmanlı’da devlet aklı, Kur’an aklı mı idi? Bu soruya gönülden evet diyememekle beraber, bütün bütün de Kur’an mahrum bir akıl olduğunu da söyleyemem. Zaten altı asırlık bir imparatorluğu bir sabit kalıp içinde değerlendirmek de neredeyse imkazsızdır.

Devletler de tıpkı insanlar gibidir. Bir insanda bulunan bir çok fakülte devletlerde de bulunur. İnsan ruh ve bedenden teşekkül etmiştir. Beden maddi bir varlık, ruh ise o maddi varlığın kanunudur. Ruh şuur sahibi bir kanundur ve bedeni terkettiğinde beden hızla çürümeye başlar. Şimdiye kadar hiçbir hekim bedenden ayrılan ruhu geri getirememiştir. 

Toplum bir beden, devlet de o bedendeki kanundur. Nasıl ki insan bedeninin yaşamı ruhi bir programın işlemesi ile mümkündür, öyle de devlet teşkilatının işlemesi de böyle bir programın varlığı ile mümkündür. Bu program anayasa ve/veya kanunlar şeklinde tecelli eder. Devlet anayasal kurumlar vasıtası ile tecessüm eder.

İnsanın ruhunun üç temel melekesi, kuvveti vardır. Akıl, şehvet ve gazap melekeleri ya da kuvvetleri. Bu üç kuvvetin ifrat, tefrit ve vasat mertebeleri vardır. Vasatın tercih edilmesi ile bireyin hayatında denge yani adalet tecelli eder. Buna ‘sırat-ı müstakim’ de denir.

İnsandaki bu üç kuvvete mukabil devlette de üç temel kuvvet yani anayasal kurum vardır. Akıl kuvvetini, yasama organı olan meclis temsil eder. Yani meclis devletin aklıdır. Şehvet duygusunu yürütme organı olan iktidar temsil eder. Hükümet nefis gibidir. Gazap hissini ise yargı organı olan bağımsız mahkemeler temsil eder.

Yürütme ve yargı erklerinin sınırlandırıp çerçevesini belirlemek ve onların ifrat ve tefrite düşmelerini engellemek, aklı temsil eden Meclis’in görevidir. Aklın da ifrat ve tefrite düşmesine mâni olacak ve onu istikamette tutacak bir Külli Akla ihtiyacı vardır ki o Külli Akıl, esasında Kur’an’dır. Eğer Kur’an değilse, o zaman siyasal ideolojilerdir. Liberal Meclisin aklı liberal bir akıl, sosyalist bir meclisin aklı da sosyalist bir akıl olur. Müslüman bir meclisin aklının da Kur’an aklı olması beklenir. Aklı besleyen bu temel kaynaklar aynı zamanda devlet aklının da hareket tarzını belirler. 

Meclisin tefriti, kanun yapamamasıdır. Zamanın ve şartların değişmesine bigâne kalıp, muvafık içtihatlarla düzenleme yapmamasıdır. Bu tefritten doğan boşluğu diğer kuvvetler kendi arzuları veçhile doldurur ve arsızlık ve hayasızlıklara zemin hazırlanmış olur. Meclisin ifratı ise cerbezedir ki masumları dahi suçlu konumuna düşürebilecek kadar sert ve katı kanunlar yapmaktır. Böylece hükümetin çirkin işlerinin yolu açılır. 

Meclisin adalet mertebesi ise vasat yani orta yoldur. Bu vasat zemininde hikmetli kanunlar yapmaktır. Allah bir kavme hayır murat etmişse, o kavme hikmetli kanunlar yapan bir Meclis nasip eder.

Şehvet kuvvetini yürütme temsil eder. Hükümet, hayırlar doğuran namuslu ve şehvetli bir kadın gibidir. Hükümetin tefriti memleketin hayrına olan işlere alakasının olmamasıdır ki bu her sahada gerilemeye sebep olur. İktidar mensupları şehvetlerini tatmin etmekle meşgul olurlar. Böylece maarif, maliye, mülkiyede ve askeriye de laubalilikler başlar. Devlet, devlet olma ciddiyetini kaybeder. 

Hükümetin ifrat etmesi ise, en az tefriti kadar tehlikelidir. Hükümet bütün kuvveti eline alır ve her sahaya ağır müdahalelerde bulunur. Böylece ırz ve namusları pâyimal eder. Bu durum ise tuğyana yani azgınlığa sebep olur. Artık nefsi, ilahı olmuştur onun. Diğer kurumlar iktidar şehvetinin altında ezilir. Akıl ve gazap melekeleri hükümetin şehvetine tabi olup, onun tatminine uğraşır. Devlet yıkılmaya başlar. 

Hükümetin vasatı ise iffettir. İffet, hukukun namusuna halel getirmeden icraat yapmaktır. Bunun neticesinde nesebi belli ve helal süt emen evlatlar doğar. Yani memleket ileri gider.

Gazap kuvvetini ise yargı temsil eder. Mahkemeler bir milletin öfkesidir. Yargının tefriti korkaklıktır. Yargıçlar evhamlı bir adam gibi davranır ve kendi çıkarlarına göre karar verirler. Kimi yargıç rüşvetle, kimi yargıç da tehtitlerden korkarak karar verir. Kanunları uygulayıp cezalandırmaktan geri durur. Mahkemenin ön kapısından giren arka kapısından çıkar. Bu durum özellikle adi suçların artmasına sebep olur. 

Yargının ifratı ise tehevvürdür ki, kimseden korkmamak ve hiçbir kanunu ve hukuku tanımamaktır. Bu durum istibdat ve zulüm doğurur. Bunun neticesinde memlekette terör ve anarşi artar. Yargının vasatı ise şecaattir. Hak için can feda eder ama bütün bir millet için bile olsa, bir masumun hakkını feda etmez.

Hülasa Adalet; Meclisin iyi ve kötüye karar vermesi, Hükümetin iyilikleri cezbetmesi, Yargının da kötülüklere mâni olmasıdır. Evet, adalet iyiliği doğurur. İyilik de devlete vatandaşlık bağı ile yakınlık kuranlara muhtaç olduğu şeyleri vermeyi netice verir. Bu olmadığı takdirde önce hayasızlık ve arsızlık başlar. Bir adım sonra kötülükler toplumda yaygınlaşır ve netice de bağiy yani terör tüm toplumu esir alır. 

Demek adalet terörü önlediği gibi, terör de adaletin olmadığı yerlerde yaygınlaşır. Hürriyet, eşitlik ve temel haklar gibi konular adalet ile doğrudan bağlantılıdır. Adaletin müesses olduğu yerlerde bu konular zaten çözülmüştür demektir.

Şimdi Türkiye’de de muhakkak ki bir devlet aklı var. Pekala bu aklı besleyen temel kaynak nedir ve nasıl bir akıldır bu?

Trending