Tarih bilmiyorsak şu an yaşadıklarımıza ilk kez tanıklık ediyor sanabiliriz kendimizi. Ancak sıradan bir tarih okuyucusu bile insanlık tarihinin bilim, yeni keşifler, aşk, macera kadar birbirine kötülük etme, canına kast etme ile dolu olduğunu bilir. İnsanın evrimi, Homo Habilis (becerikli insan) ilk aleti yapıp avlanmaya başladıktan sonra, sınırlı kaynaklar için diğer insan atalarıyla savaşıp öldürdüğünü bilir.
İnsanoğlu gerek gıda kaynakları, gerek zenginlik gerekse sadece güç için hep savaşmış ve birbirini öldüregelmiştir. İlkel insandan modern insana gelişim bu gerçeği değiştirmemiştir. Bilimsel gelişmeler, demokrasi savaş ve yıkımı önleyememiştir. Bu kıyım ve kötülük sadece düşman görülen topluluklarla sınırlı değildir, aynı topluluk içinde rakip görülen kesimlere yönelmektedir. Bugün muhalif düşünce sahiplerini sindirip imha etme amacı güden baskılara verilen “Cadı Avı” adı, bunun basit bir örneği.
Yuval Noah Harari’nin “Nexus” kitabında bunun detaylı tarihini öğrenme ve günümüz Türkiyesi ile kıyaslama fırsatı elde ettim. Cadı Avı’nı anlamak için 15’inci yüzyıl Avrupası’na yolculuk etmemiz gerekiyor, aynı zamanda matbaa teknolojisinin bunu nasıl mümkün kıldığını da. Bugünün yandaş ve muhalif medyasıyla, sosyal medyasının karışımı bir imkan sağlamış o dönem matbaa:
Sihir ve büyü, insanlık tarihi boyunca toplumların bir parçası olmuş. İnsanoğlu anlayıp çözemediği doğa olaylarını kontrol etmek, çözmek amacıyla bu yola hep başvurmuş. Büyücüler, falcılar her toplumda varolmuş. Tarihte kimi toplumlar büyücü ve cadıların ruhları kontrol ettiğine, ölülerle konuşabildiğine ve geleceği öngörebildiğine inanmış. Kimileri de cadıların hayvan sürülerini çaldığına, gizli hazineleri bulabildiğine inanmış. Kimileri cadıların kadın, kimileri ise erkek olduğuna inanmış. İnanış modeline bağlı olarak cadılar ya lanetlenmiş ya da yüceltilmiş. Kimi toplumlar ise cadıları hiç önemsememiş…
Ortaçağ boyunca Avrupa toplumları da cadıları çok önemsememiş açıkçası. Katolik Kilisesi o dönem cadıları ciddi bir tehdit olarak görmemiş ve çoğu din adamı cadı avına karşı çıkmış. Cadı avı bu nedenle, ortaçağdan çok modern zamanlara ait bir kavram ve uygulama.
1420 ve 30’larda Alplerde Hristiyan inancı, yerel mitler ve Yunan-Roma geleğinden ilham alan bir inanç cadılarla ilgili yeni bir anlayış geliştirmiş. O güne kadar cadıların yerel bir sorun olduğuna, cadıların hırsızlık, yapan adam öldüren suçlular olduğuna inanılırmış. Ancak Alplerin Valais bölgesinde gelişen bu inanç, cadıların tüm toplumları hedef alan bir kötülük kaynağı olduğu fikrini geliştirmiş. Böylece 1428 ve 36 arasında bu bölgede cadı avları ve yargıları başlamış ve sonuçta 200’den fazla kadın ve erkek cadı oldukları gerekçesiyle infaz edilmiş. Kulaktan kulağa Avrupa’da yayılan bu inanç Katolik Kilisesi’ni yine de etkilememiş. Ancak 1485 yılında Heinrich Kramer isimli bir keşiş ve cadı avcısı, Alpler bölgesinde yeni bir cadı avı hareketi başlatmış. Tarihçilerin fikri, Kramer’in ruhsal sağlık sorunları olduğu yönünde birleşiyor. Kramer’in eylemleri yerel din adamlarını rahatsız etmiş, cadı avını durdurup yakaladığı insanları serbest bırakmışlar.
Ancak Kramer durmamış ve “Cadıların Çekici” isimli bir kitap yazmış. Günümüzün “Fetömetre”si benzeri bir çalışma. Ancak Kramer bu kitabında cadıları itirafa zorlamak için başvurulacak korkunç işkence yöntemlerini de detaylı bir şekilde kaleme almış. Kramer, cadıların genelde kadın olduğuna da ikna olmuş. Matbaa, bu sapkın fikirlerin bütün Avrupa’ya hızla yayılmasını sağlamış ve Kramer’in kitabı o dönem Avrupası’nın en çok satanı haline gelmiş. Kramer’in şöhreti arttıkça, Kilise mensupları arasındaki popülerliği de hızla genişlemiş, Kramer Papalık tarafından 1500 yılında Moravya ve Bohemya bölgesine engizisyon mahkemesi yetkilisi olarak atanmış. Kitabın baskısı ve ünü arttıkça, Avrupa’da cadı avı yaygınlaşmış kaçınılmaz olarak. Bunun sonucunda tek sayfalık bildiriler artmış, her yerde histeri haline gelmiş. Mesela Burgundy’li cadı avcısı ve yargıç Henri Boquet sadece Fransa’da 300 bin, bütün Avrupa’da da 1 milyon 800 bin cadı olduğunu ilan etmiş. Bu korkunç atmosferde aralarında beş yaşında çocuklarında olduğu 40 ile 50 bin arası masum insan cadılıkla suçlanmış.
Cadı ihbarı ekonomik bir kazanç haline de gelmiş elbette. Suçlama ortaya atılınca mağdurun kaderi de çizilmiş hale gelmiş. Suçlanan kişi mahkum olunca, malvarlığı ihbarcı, infazcı ve engizisyon yargıcı arasında paylaşılmış. (Tanıdık geliyor mu?)
1600 yılında Münih’te Pappenheimer ailesi, baba Paulus, anne Anna, iki yetişkin oğulları ve 10 yaşındaki Hansel ihbar sonucu tutuklanmış. Sorgucular işe 10 yaşındaki çocuğa işkence ile başlamış, Hansel annesinin cadı olduğunu itiraf etmiş. İşkencelere dayanamayan aile fertleri de atılan suçları kabul edince vücutları parçalanarak veya kazığa oturtularak küçük Hansel’in gözü önünde infaz edilmiş; dört ay sonra da o öldürülmüş.
Bugünün Türkiyesi benzer bir cadı avı sürecinde… Fetömetre çalışmaları, Cemaat mensuplarının cadı benzeri eylemleri medyada ve sosyal medyada sürekli gündemde. İhbarcılar, masum insanlar üzerinden zenginleşirken çocuklar 1500 Avrupası’ndaki gibi işkenceye uğramasa bile anneleriyle cezaevine giriyor. Kadın-erkek demeden işkence maruz kalıyor insanlar. (Muhafazakar bir kadın veya erkek için çıplak aramanın yolaçtığı utanç ve aşağılanma duygusunu düşünmek bile yeter).
Laiklerin Cemaat düşmanlığı, rejiminkine eklenmiş durumda olduğu için kimse bu insanlara sahip çıkmıyor; çıkmaya çalışan da “FETÖ”cü yaftası yiyor. Özetle Türkiye 1500 yılı Avrupası benzeri bir ortama sürüklenmiş durumda. Bunun yol açtığı en net sonuç ise, rejime karşı çıkan herkesin artık “Cadı” ilan edilmesi… Rubikon dönüşü olmayan biçimde geçilmiş durumda…